Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel ile Hafta Başı (47): İBB Borsası tartışması sürüyor | CHP’den AKP’ye transferler | Komisyondan ne sonuç çıkar?

18.10.2025 medyascope.tv

18 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Hafta Başı’yı yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. ‘‘Hafta Başı’’yla karşınızdayız. Yine Kadri Gürsel'le haftanın devraldığı ve bu hafta boyunca yaşanabilecekleri konuşacağız. Kadri, merhaba.
Kadri Gürsel: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Şimdi bu akşam CHP Aydın'da miting yapıyor. Ben açıkçası Özlem Çerçioğlu'nun transferiyle birlikte CHP herhâlde Aydın'da miting yapar diye düşündüm. Hafta sonu yapıyorlar genellikle il mitinglerini ama belli ki hemen onu unutturmamak için pazartesiye, bugüne almışlar. Bu akşam orada CHP bir anlamda hesap soracak. Neden hesap soracak? CHP oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanı, yaptığı açıklamayı görmüşsündür, hiçbir şey yok yani. Gördüğü lüzum üzerine AK Parti'ye katıldı. Cumhurbaşkanının himayesinde belediye başkanlığını sürdüreceğini ilan etti. Gördük ki eşinin şirketinin hisseleri borsada iki gün üst üste tırmanmış. Başka şeyler de söyleniyor ama her halükârda başka ilçelerden de, Söke Belediyesi’nden de almış. Gaziantep'ten Şehitkamil'den CHP'den ama başka partiler de var. Özellikle Yeniden Refah Partisi, İYİ Parti ve bağımsız belediye başkanlarından var. Bir iddiaya göre yeni milletvekilleri de olacak, şu da olacak, bu da olacak. Tabii ki şöyle de bir husus var, görmüşsündür, dedikodu çıkardılar. Cumartesi günü peş peşe önce Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı, ardından Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, daha doğrusu Mansur Yavaş adına belediyeden sorumlu kişiler, AK Parti'ye geçecek iddiasını yalanladılar. Muğla'nınki bizzat kendisi yalanladı. Böyle rivayetler çıkartıyorlar. Mesela gördün mü bilmiyorum, Savcı Sayan şöyle bir paylaşım yaptı, ki o da CHP'den devşirmedir biliyorsun. Deniz Baykal'ın eski elemanı. Dedi ki, "Çok önemli belediye başkanları var. Cumhurbaşkanının onayı bekleniyor." Yani onlar gelecek de cumhurbaşkanı onay verip vermeyecek. Bir de şöyle bir şey söylemişti, "Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu'nu tercih ederek CHP'yi feda etti." Yani çok aslında anlamlı bir cümle. Yani burada Özgür Özel'e diyorlar ki, "Sen eğer bu olayları sokakta mitinglerle, şunlarla, bunlarla uzlaşmaz tutumunu sürdürürsen biz senin belediye başkanlarını da alırız. Şunu da yaparız, bunu da yaparız ve Ekrem İmamoğlu'yla baş başa kalırsın," dedi. Ama an itibarıyla başka bir şey görmedik CHP'den. Fakat AK Parti'nin bu devşirme ısrarı herhalde sürecek. Sen şöyle demiştin X'te Özlem Çerçioğlu olayından hareketle, mealen söylüyorum, ‘‘Bunlar aslında CHP'nin temizlenmesi anlamında CHP'nin işine yarar’’ demiştin. Devamını nasıl getirirsin?
Kadri Gürsel: Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi daha düne kadar, 2024'ün işte başlarına kadar, Türkiye'deki otoriterleşme neticesinde böyle çok da bedel ödeyen bir parti değildi. Ana muhalefet partisi olarak bu otoriterleşmeye karşı bir direnişi örgütlemek, onun önderliğini yapmak falan gibi bir iddiası da olmamıştı CHP'nin aslında o tarihe kadar. Çok da fazla böyle bir iddia içinde değildi. Zaman zaman doğru tepkiler verdiği anlar oldu. Misal, 2017'de Enis Berberoğlu'nun tutuklanmasına o dönemin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun vermiş olduğu reaksiyon, Adalet Yürüyüşü; ama o böyle toplumda izler bırakan, aslında bir yerde dönüştüren de fakat soluğu yine Cumhuriyet Halk Partisi'nin yapısal problemleri nedeniyle kısa kalmış, kısa soluklu olmuş bir eylemdi. Arkasını getiremediler. Yani Enis Berberoğlu cezaevinde kalmaya devam etti o eylemin sonunda. Enis Berberoğlu'nu çıkarmak açısından da çok da böyle bir faydası o aşamada oldu mu bilmiyorum. Neyse, zaten konumuz bu değil. Daha önceki zamanlarda, misal 2017'de oylar atılırken mühürsüz oyların da içine konulduğu zarfların geçerli olacağı, mühürsüz zarfların geçerli olacağı yönünde YSK'nın kararına Cumhuriyet Halk Partisi'nin o dönemdeki işte yine genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hiçbir tepki vermedi neredeyse. Olay geçiştirildi bir iki demeç ve açıklamayla. Ondan önce Selahattin Demirtaş'ın da hapse girmesine neden olan dokunulmazlıkların kaldırılmasında rejimle birlikte hareket etti Cumhuriyet Halk Partisi. 2015'te buna onay verdi ve bunun aslında en büyük mağdurlarından biri olmaya doğru bence gidiyor şu aşamada. Yani HDP'den sonra öyle olacak gibi. Çünkü bu Cumhuriyet Halk Partisi'nin aleyhine kullanılacaktır bir şekilde önümüzdeki dönemde. Şimdi 2024 Mart'ından önce işte Esenyurt ve Beşiktaş belediyelerine düzenlenen operasyonlardan da başlayarak 2024'ten itibaren bir şeyler değişti Türkiye'de. İktidar, Cumhuriyet Halk Partisi'ni önümüzdeki seçimin galibi olmaktan men etmek istiyor. Bunun için de bir zamanlar işte HDP'ye karşı yürüttüğüne benzer bir tenkil harekâtı başlattı ve bu tenkil harekâtı Cumhuriyet Halk Partisi'ni bir yol ayrımı ile karşı karşıya getirdi. Düne kadar bir düzen partisi olmanın ona sağladığı konfor alanında siyaset yapagelmiş Cumhuriyet Halk Partisi artık bu konfor alanından mahrum ve mahrum olunca da ister istemez bir mecburiyet ile karşı karşıya kalıyor. Rejime stepne görevini görecek bir rejimin muhalefet partisi, rejim tarafından onaylanmış, onun rızasıyla siyaset yapan veya yapıyormuş gibi görünen bir rejim partisi olacak. Düzen derken ben demokratik düzen yani anayasal demokratik düzeni kastediyorum elbette ama bu rejim otoriter bir rejim. Şimdi bu yol ayrımında ve bu yol ayrımı Cumhuriyet Halk Partisi'ni ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin yöneticilerini, belediye başkanlarını çok keskin bir tercih karşısında, bir ikilem karşısında bırakıyor ve anladığım kadarıyla baskı arttıkça bu ikilem de net bir şekilde yani ak ve kara olarak ayrışacak, iyice belirginleşecek. O anlamda söylüyorum. Bir orta yol tutturmak mümkün olmayacak CHP'de. O da şu: Eğer belediye başkanıysanız misal, ya ağır bedeller ödemeyi göze alarak haysiyetinizi koruyacaksınız, kimliğinizi koruyacaksınız, siyaseten ve siyasi ahlak açısından örnek bir davranış sergileyeceksiniz ve partinizin neticede saygınlığını da muhafaza etmiş olacaksınız ya da rejimle işbirliği yapacaksınız. İşte ‘‘transfer’’ adı altında bir ihanet çizgisine savrulacaksınız. Bu öyle basit bir şey değil. Yani şunu diyen olabilir: "Ya, ne olacak işte, siyasette transferler daha önce de oluyordu. Ne önemi var? Niye böyle katı ve sert bir söylem ile karşılıyorsun? Niye böyle niteliyorsun? Niye böyle sert bir ifade kullanıyorsun." Kullanıyoruz; çünkü şu an ana muhalefet partisinin siyasi çizgisi, ideolojisi ile Türkiye tarihinde gelmiş geçmiş en aşırı sağ iktidarın ideolojisi ve siyasi çizgisi ve stratejisi ve misyonu arasında akla kara gibi net bir ayrım var da ondan. Yani biri Türkiye'de, siyaset bilimci Ersin Kalaycıoğlu'nun tabiriyle, bir yeni sultanlık rejimi kurmak peşinde. Yeni sultanlık rejimi. Bu bir otoriter rejim. Totaliter eğilimler içinde. Bunu hayatın her alanında görüyoruz. Totalitarizmini gerçekleştiremiyor diye totaliter olmadığı anlamına gelmiyor. Tabii ki totaliter eğilimler içinde böyle bir zihin dünyasını hâkim kılmaya çalışıyor. Diğer taraftan da Cumhuriyet Halk Partisi'nin adındaki cumhuriyete, laik cumhuriyete, anayasaya, ondan sonra eşit vatandaşlığa, laikliğe ve demokrasiye sahip çıktığını varsaymaktan öte, bunu da yaşayarak görüyoruz, sahip çıkıyor Cumhuriyet Halk Partisi. Şimdi tabii ki burada bir uzlaşmaz karşıtlık var. Yani burada bu iki ucun uzlaşması gibi bir orta yol mümkün değil, orta yol bulunması mümkün değil. O bakımdan Cumhuriyet Halk Partisi'nde Özlem Çerçioğlu gibi vakalar baş göstermeye başladı. Yani savunageldiğini varsaydığımız siyasi çizginin taban tabana zıttı olan, o siyasi çizginin tam karşısında yer alan ve onu yok etmeye, o siyasi çizginin savunduğu değerleri kurumlarıyla beraber yok etmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik bir siyasi eylemlilik içinde olan bir ittifaka katılıyor terk ederek. Bu tam anlamıyla bir ihanet çizgisi aslında. Bunun nedeni de çok açık. Yani şöyle açık: Eğer Özlem Çerçioğlu bizim çıkıp karşımıza şunu diyemiyorsa: "Ben işte Cumhuriyet Halk Partisi'nde 20 küsur yıldır — artık bilemiyorum daha önce milletvekilliği var, dört dönemdir de belediye başkanı, Cumhuriyet Halk Partisi'nin vitrindeki bir figürüydü — bu kadar senedir politika yapıyorum. Kafama ne düştü bilmiyorum ama bir anda dank etti kafama ki aslında Türkiye'nin kurtuluşu, selameti siyasal İslam'daymış. Efendim, işte laiklik Türkiye'nin gelişmesi karşısında bir engelmiş. Türkiye en iyi aslında işte güçlü bir tek adam rejimiyle yolunda devam edermiş. Ben bunları anladım. Nihayet anladım. Uzun sürdü anlamam ama anladım. O yüzden de CHP'yi terk ediyorum." dese buna kimse inanmaz ama şu anki konumundan daha az utanç verici olurdu en azından. Yani saygıdeğer olmazdı kesinlikle ama daha az utanç verici olurdu. Ama şu anki konumu, maalesef gerçekten utanç verici. Şimdi bu ve buna benzer örnekler artabilir. Bu açıdan da küçük bir dipnot düşmek veya bir parantez açmak istiyorum. Şimdi insanların çok zor ve olağanüstü şartlarda, ağır baskı ortamında — bu hapis tehdidinden işkenceye kadar gidebilir — çözülmeleri, işte bu baskıyı üzerlerinde kuranlarla işbirliği yapmaları, nedamet getirmeleri, her neyse, itirafçı olmaları onların geçmişteki siyasi çizgilerini yok varsaymamıza neden olamaz. Yani insanların bu Türkiye gibi olağanüstü zor koşullar altında, baskı, hapis ve ölüm tehdidi altında siyaset yaptıkları bir ortamda çok farklı tepkiler vermeleri, farklı tutumlar almaları pekâlâ mümkün. Ama bu farklı tutumları geçmişte almak zorunda kalmamışlardı. Çünkü nispeten bir konfor alanı vardı ve o konfor alanında siyaset yapagelmişlerdi. Dolayısıyla ben şimdi yani böyle yaptı diye Özlem Çerçioğlu'nun en başından itibaren, tabiri caizse tırnak içinde, bir iktidar ajanı olduğunu iddia edecek değilim. Ama şu lazım, böyle bitireyim; şu gerçek de herhalde Cumhuriyet Halk Partisi'ni yönetenlerin de karşısına çıkmıştır: Yani bir dava partisi değilseniz ve yöneticilerinizi, militanlarınızı, üyelerinizi o davanın doğrultusunda endoktrine etmemiş iseniz – ki CHP bunu başaramamıştır, yapmamıştır, hatta kalkışmamıştır bile böyle bir şeye geçmişte – Türkiye gibi demokrasisi elden gitmiş, sorumlu demokrasisi elden gitmiş bir ülkede çok büyük zorluklarla karşı karşıya kalabilirsiniz. Bugünkü durumda olduğu gibi. Yani fikri altyapısı olmayan insanlar sadece o konfor alanı içinde hareket ederken, siyaset yaparken, o varken o konfor alanı, siyaset üretmek yerine siyaset bilimcilerine sorarlar, efendime söyleyeyim, siyasal iletişimcilerden siyaset üretmelerini kendileri için isterler ve siyaset bilimciler de laboratuvar koşullarında üretilmiş siyasi doğrultular ile hareket ederler. Onlardan aldıkları ana doğrultularla hareket ederler. Bu bir yönüdür. Diğer yönü de bu tür ağır baskı koşulları altında direnememektir. Yani eğer bir fikri altyapınız yoksa, tarihle ve sosyal demokrasi, cumhuriyetçilik ideolojisiyle yoğrulmuş bir siyasi kişiliğiniz yoksa, göze de alamazsınız tabii ki. Yani neticede siyaset böyle bir şey Türkiye gibi ülkelerde yapılan. Aslında yeni de değil bu. Yani Türkiye başbakanlarını idam etti. Türkiye'de siyasetçiler öldürüldü, suikastlara kurban gittiler. Bu 19. yüzyıldan beri böyle Türkiye'de. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi şimdi bir direniş ve eylemlilikle tanımlanmış bir dava partisine dönüşmek zorunda ya da dağılıp gitmekle karşı karşıya. Yani o dağılıp gitmek tehlikesi gerçekten var. Ama Cumhuriyet Halk Partisi buradan örgüt olarak belki biraz küçülerek çıkacak ama bence büyüyecektir. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi bu zorlu dönemi tarihsel doğrularını savunarak atlatmayı becerebilirse; cumhuriyeti, laikliği, demokrasiyi savunarak atlatmayı ve burada bedeller ödemeyi göze alarak atlatmayı becerebilirse buradan çok güçlenerek çıkacaktır ve gelecekteki iktidar adayıdır.

Ruşen Çakır: Zaten bir gün sonrasında Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney başta olmak üzere 44 kişi gözaltına alındı. Bugün mahkemeye sevk edildiler. Bakalım ne olacaklar. O da operasyonların sürdüğünü ve süreceğini gösteriyor. Şu husus da önemli tabii. Aydın Belediye Başkanı’nın geçeceği gün, yani AK Parti'nin kuruluş yıldönümü töreni öncesinde Özgür Özel bir gün önce bir açıklama yaptı. AK Parti'nin töreni saat 14.00'deydi. Özgür Özel 12.00'ye randevu verdi. Çok önemli bir açıklama yapacağını söyledi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi borsasının yeni bir olayını anlattı. Aslında bir suç duyurusu var. Resmî olarak kayıtlara geçmiş ama hakkında hiçbir şey yapılmamış. Onu okudu. Yani bu, etkin pişmanlıktan yararlanmak için üç kere ifade vermiş olan Murat Kapki’nin bir suç duyurusu. Orada da eski AK Parti MKYK üyesi ve avukat Mücahit Birinci'nin yaptığı, kendisine yaptığı birtakım teklifler. Aslında şey, teklif mi denir, ne denir? ‘‘2 milyon dolar verecek,’’ bir ifade...
Kadri Gürsel: Ahlaksız teklif.

Ruşen Çakır: Evet. Bir ifadeyi imzalayacak, verecek, hazır bir ifadeyi yani. Üstüne bir de 2 milyon dolar verecek ve evine gidecek. Ve bunu şikâyet olarak dile getirmiş. Özgür Özel bunu açıkladı. Hatta orada çok ilginç bir ayrıntı var biliyorsun. Adam üç tane isim veriyor, "Bunlar benim hakkımda sürekli hakaretamiz şeyler yapıyor" diyor. "Onlar kolay, onlar bende, ben onları hallederim," diyerek onların da ismini verdi. Onlardan da bazıları, "Yok, ne oluyoruz?" falan diye böyle üç harfli, çok seviyeli tartışmalara da tanık olduk. Tartışma mı diyelim artık? Neyse... Şimdi orada şöyle bir şey oldu dikkat edersen: Birileri, "Ya bu muymuş?" dedi Özgür Özel'in o açıklamasına. Yani, ‘‘O kadar önceden söylüyorsun, bu muymuş?’’ Yani birilerinin beklentisi çok yüksek herhâlde. Birileri şunu söyledi: ‘‘Böyle diyorsunuz ama siz bu itirafçıyı meşrulaştırmış oluyorsunuz.’’ Zaten İnan Güney'in de gözaltına alınmasının ifadesini veren kişi de bu. Bunu söylediler. Hatta kendilerini CHP'li olarak sunan birileri bile bunu yaptı, yani böyle bir şey yaptı ve sanki Özgür Özel büyük bir hata yapmış gibi yaptılar. Sonra bir baktık, İstanbul Örgütü AK Parti'nin kesin ihraç talebiyle Mücahit Birinci'yi disipline sevk etti ve o da apar topar istifa etti. Yani hızlı bir şekilde de sonuç aldı. Tabii, gözaltına alınmadı, hakkında bir şey açılmadı falan. O ayrı bir kalem. Orada çünkü Adalet Bakanı ilk günden Özgür Özel'e, "Yok artık!" yaptı biliyorsun. Çünkü orada şöyle bir husus var: Böyle bir teklifte bulunan bir avukat hakkında hukuk devletinde bir soruşturma açıldığı zaman olay avukatla sınırlı kalmaz.
Kadri Gürsel: Tabii.

Ruşen Çakır: Çünkü avukat, "Ver parayı ben seni çıkartayım." Neyine güveniyorsun? İlişkiye güveniyor. İlişki nerede? Yargıda. Şimdi normal şartlarda o olayın öyle soruşturulması lazım ve hakikaten ciddi bir soruşturmada birtakım şeyler de pekâlâ çıkabilir. Ama buna yanaşmadılar. Devlet ya da Adalet Bakanlığı, HYK artık neyse, HSK, değil mi? Sürekli değişiyor. HSK böyle bir şeye girmedi. Ama olay o kadar önemli ki, sonuçta ne oldu? Adam istifa etmek zorunda kaldı partisinden. Yaptığı açıklamayı görmüşsündür işte, bilmem ne falan. Bu arada daha önce açıkladığı bir borsa haberi vardı, iddiası vardı Özgür Özel'in. Orada da bir avukat gözaltına alındı. Sonra ev hapsine kararı verildi. Yargıda pek bir şey yapılmadı. Şimdi yine bir tane daha çıktı en son. Neydi? Hakan Keleş mi?
Kadri Gürsel: Fatih, galiba.

Ruşen Çakır: Evet, Fatih Keleş. Onun bir şeyi, etkin pişmanlıktan yararlanan birinin avukatları defalarca kendisine gelip etkin pişmanlıktan yararlanmaya ikna etmeye çalıştılar. Tabii bu avukatlar nereden geliyor? Belli ki yargıdaki birtakım ilişkilerle. Orada hatırlayacaksın, bir ara Fatih Keleş hakkında, İBB soruşturmasını medyada ve sosyal medyada öne çıkartan isimler şey haberi yaptılar: "İfade verdi. Şu kadar sayfalık etkin pişmanlık ifadesi verdi," dediler. Öyle bir hava yarattılar. Belli ki o sırada o avukatlar gidiyormuş, geliyormuş ama reddetmiş. Bunun üzerine oğlunu, yeğenini, şusunu, busunu hepsini tutukladılar. Gördün mü bilmiyorum açıklamasını.
Kadri Gürsel: Evet.

Ruşen Çakır: Bunların serbest bırakılmasını talep eden... Orada da bir başka borsa olayı var. Burada tabii olan olay şu, yani birçok olay var da... 19 Mart'tan bu yana 5 ay mı geçti? Diyelim ki 5 ay. 5 ayda bu borsanın oluşmuş olması, yani yansıyanı bu. 2 milyon dolar yansıdı. Kim bilir neler dönüyor? Kim bilir kimler kimlerden neler istiyor? Bir de olayın avukat ayağı var. Tabii ki avukatlar öne çıkıyor. Yargı ayağı olsa gerek. Bir de medya ayağı var. Bu aslında hiç şaşırtıcı değil. Bunu şey olarak hatırla, Ergenekon, Balyoz dönemlerini hatırla. Orada da yargı ve medya birlikte bu işi kotarırdı. Orada polis de çok güçlü bir şekilde vardı. Burada nedense polis, emniyet o kadar yok. Hatta bazı yerlerde biliyorsun, soruşturmaları jandarmalar yapıyor. Orada bir soru işareti var, orada bir karışıklık var. Ve böyle bir borsa oluşturmuşlar. Yani hem birilerini içeri atıyorlar hem de birilerini içeriden çıkartmak için devreye giriyorlar ve paralar dönüyor. Şimdi, ‘‘Müvekkilinden kaç para aldığı bizi ilgilendirmez’’ diyenler var. Bir kere adam müvekkili falan değil ki. Yani geliyor ve tabii ki kimliğini kullanıyor. Yani onu karşısında gördüğü zaman ne diyor: "Bu adam eski AK Parti yöneticisi. İktidarla ilişkisi var, avukat vesaire," diye bunu herhâlde kullanıyor. Ama Özgür Özel en azından bu oyunu bozdu ve bayağı da etkili oldu. Devamı da gelir sanki diye düşünüyorum ama bilemiyorum tabii.
Kadri Gürsel: Yani Özgür Özel'in yaptığı aslında son derece isabetli burada bu operasyonun halk nezdinde boşa çıkarılması açısından. Ne kadar kirli ilişkiler ağı dahilinde bunun yürüdüğünü göstermek ve işin aslında yani çürümenin, kokuşmanın bu ilişkiler ağının bütününü sarmış olduğunu göstermek bakımından bence çok çok önemli bir şey yaptı orada Özgür Özel ve etkili oldu. İşte avukat Mehmet Yıldırım bahsinde de etkili oldu. Ona karşı bir soruşturma başladı. Daha sonra gözaltına alındı yanlış hatırlamıyorsam. Şimdi mesela bir Aziz İhsan Aktaş olayı var ki gerçekten turnusol kâğıdı işlevi görüyor. Bu Aziz İhsan Aktaş'ın, her ne hikmetse iş yaptığı CHP'li belediyeler hepsi suçlu ama iş yaptığı AKP'li belediyeler ise pirüpak. Yani Aziz İhsan Aktaş şunu mu yapmış: CHP'li belediyelerle iş yaparken rüşvet ve yolsuzluğa yol açmış; ama AKP'li belediyelerle iş yaparken bunlara hiç yol açmamış.

Ruşen Çakır: Bir de şey var tabii, Özlem Çerçioğlu olayı var. CHP'liyken AKP'ye geçenlerle ne yapmış?
Kadri Gürsel: Evet. Yani zaten Özlem Çerçioğlu olayına da getireceğim. Aziz İhsan Aktaş'ın en çok iş yaptığı belediyelerden biri Aydın Büyükşehir Belediyesi ve AKP'ye geçince Özlem Çerçioğlu tamamen aklanmış oluyor. Yani bu demektir ki Adalet ve Kalkınma Partisi'nde olmak, orada siyaset yapmak, suç olan ne varsa görünmemesini de temin etmek anlamına geliyor. Bu bir suçun ve suçluluğun itirafı mı? Onu da bilemiyoruz. Çünkü Aziz İhsan Aktaş'ın nasıl rüşvet verdiği, kimin ne şekilde yolsuzluğa bulaşmasına neden olduğunun da tarifi yok, açıklaması yok. Bir muamma gerçekten. Yani Aziz İhsan Aktaş'ın CHP'li belediyelerle girmiş olduğu ilişkilerde neden olduğu büyük yolsuzlukların neler olduğunu da bilmiyoruz. Şimdi diyorlar ki, "İddianameyi bekleyin." Bu aslında boş bir çağrı. Çünkü zaten olsa onun üzerine yani 5, 10, 20 katarak iddianamenin çıkmasından önce o medya ayağı bunu çalışır ve ilan ederdi. Yani medya ayağı dediğimiz şey de onlar da zaten görevli, "benim görevim şuydu buydu" diye artık hiçbir utanma duygularının da kalmadığını gösteriyor. Çok ayan beyan ortada olan bir tablo gerçekten. Yani dışarıdan bakan biri ancak ancak utanabilir bu durumdan. Utanması varsa utanabilir. Yani buradan yola çıkarak daha nereye kadar gidebileceklerini gerçekten merak ediyorum. Şu an ‘‘Güney illerimize de efendim sirayet edecektir bu soruşturmalar’’ diye bir açıklama var. Gerçekten işte önümüzdeki günlerde demek ki Ege kasabaları yahut Ege'de işte Aydın'a komşu illerimizde de görebileceğiz bu tür hadiseleri. İşte Cumhuriyet Halk Partisi'nin tutturmuş olduğu yolun karşısında bir de tabii iktidarın neden bundan vazgeçmediği — komisyona gelmemiz lazım artık — ve komisyonda CHP'nin varlığını tehdit etmekte neden bir sakınca görmediği sorusu da cevaplandırılmaya muhtaç bir soru olarak karşımızda duruyor şu an. Yani çünkü böyle yaparak Cumhuriyet Halk Partisi'nin komisyondaki varlığını da bir yerde sorgulanır hâle getiriyorlar diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi bir tane bir şey var. Söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi? Söyleyeyim ya. Yani bu geçen biliyorsun, aylar önce Akşam gazetesinde bir haber çıktı, "Para verilen gazeteciler" diye. Benim de adımın olduğu o haberi hatırlıyorsun. O haberin gazetedeki, yani basılı hâlinde en üst sırada Soner Yalçın vardı. Daha sonra internet sitesinde Soner Yalçın'ın adı kalkmıştı. Onu hatırlıyorsun değil mi?
Kadri Gürsel: Evet.

Ruşen Çakır: Şimdi geçen Serbestiyet'te bir şey gördüm. Çok ilginç. Murat Kapki'nin bir itirafçılık ifadesinde bir tekne gezisinden bahsediyor, Yunan adalarına. 10 kişilik isim veriyor ifadesinde. Sabah gazetesi bu sefer, Akşam değil de Sabah. Sabah gazetesi 9 kişi yazıyor. Bil bakalım kimin adını koymuyor?
Kadri Gürsel: Evet, Soner Yalçın.

Ruşen Çakır: Evet, yani ilginç bir durum. Bunu bir not edeyim ve şimdi komisyona gelelim. Yarın şehit aileleri ile görüşüyor komisyon Meclis’te. Onların değişik örgütlerinin temsilcileriyle. Çarşamba günü de Cumartesi Anneleri de var. Barış Anneleri diye Kürt hareketinin örgütlediği biliyorsun bir şey, çocuklarını kaybeden kadınlar, onlar vesaire ve komisyon devam ediyor. Ama bu arada sürecin üzerinde çok ciddi bir Suriye gölgesi var. Biliyorsun, Hakan Fidan da bunu sürekli bir şekilde devam ettiriyor. Yani bir ayağı gazda Suriye konusunda. Hâlbuki, gördün mü bilmiyorum, geçen Ahmed eş-Şara İdlib'de bir toplantıya katılmış. Orada SDG ile, yani Kürtlerle ilişki konusunda bayağı ılımlı şeyler söylemiş. ‘‘Zamanla hâllolacaktır’’ vesaire demiş. İşte uzlaşma, yani bir mutabakat var biliyorsun 4 Mart mutabakatı, bunun hayata geçirilmesi. Şimdi Ahmed eş-Şara'nın üslubu yumuşak ama Hakan Fidan'ın üslubu çok sert ve bu nedenle de "Suriye yüzünden bir arıza mı çıkacak?" gibi şeyleri daha fazla duyar olduk. Tabii ki orada ilginç olan husus şu: Kürtler bunu, Hakan Fidan'ı bu yüzden ciddi bir şekilde eleştiriyorlar. DEM Parti biliyorsun çok açık açık birkaç kere söyledi. Ama bir de ilginç, ben bu sabah onu yaptım, hâlâ tam cevabını bilmiyorum; Özgür Özel de Hakan Fidan'a takmış durumda ama o Suriye nedeniyle değil, yani başka bir şekilde. TikTok diyor, şu diyor, bu diyor ve onun Erdoğan sonrası cumhurbaşkanı olma ihtimalini söyleyip bunun mümkün olmadığını söylüyor falan. Böyle karışık bir yerdeyiz. Yani o süreç, biraz da bu borsaydı, operasyondu falan, gündemdeki etkisini biraz yitirdi galiba ama Suriye meselesi üzerinden de bayağı bir gölge var. Ve komisyonun mesela diyelim ki salı ve çarşamba yapacağı toplantıların tabii ki bir anlamı var ama onlar esas olarak o komisyonun misyonu olan işle ilgili bir bilgi alışverişinden ziyade bunlar taraflar oldukları için komisyon onlara büyük bir ihtimalle, "Merak edecek bir şey yok, sizin acılarınızı biliyoruz," diyecek herhâlde. Onun dışında o kişilerden ne alabilir? Onların hassasiyetlerini öğrenebilirler. Ama esas olarak şeyi konuşacakları kişiler değil bunlar, düzenlemenin nasıl yapılacağını vesaire.
Kadri Gürsel: Vallahi bu komisyonun davetinden başlayalım. Dediğin gibi zaten Türkiye kamuoyu ve o komisyonun mensupları bu davet edilen dernek ve kuruluşların sorunlarını, dertlerini, beklentilerini çok çok iyi biliyorlar ve bilmeleri de belki PKK sorununun çözülmesi hususunda bir itici güç, bir ivme kazandırabilir en fazla. Yani ortada neticede sayaç 40.000'de durdu ama 40.000'in çok çok üstünde olduğunu bildiğimiz bir can kaybı var bu ülkede verilmiş, iki taraftan da. Gerçekçi rakamlar, yani tahminler bunun 60.000'in üzerinde olduğunu söylüyor. Dolayısıyla yüz binlerce mağdur insan var yakınlarını kaybetmiş. Bunların işte bir silahlı çatışma hâlinin neden durdurulması ve kalıcı bir şekilde durdurulması gerektiğinin en iyi tablosu. Ama bunu zaten biliyoruz. Senin dediğin gibi bu dernek ve kuruluşların gelip komisyonda konuşmaları ancak komisyona biraz daha zaman kazandırır. Yani yeni hiçbir katkısı olacağını zannetmiyorum. Belki komisyonun çalışmaları hakkında bir, zaten meşruiyeti sorgulanamaz ama yani bir haklılık gerekçesi, ahlaki haklılık, o konumunu güçlendirir o kadar. Onun ötesine geçebileceğimizi zannetmiyorum ben bu komisyon çalışmalarında. Bu dernek ve kuruluşların bilinen görüşlerine ve beklentilerine asla saygısızlık etmek istemem ama tekrar etmenin ötesine geçmeyecektir. Hakan Fidan'a gelince, yani Hakan Fidan'ın bir defa YPG'den, SDG'den, neyse işte, beklentilerinin şu aşamada çok gerçekçi olmadığı kanaatindeyim. Eş-Şara'nın konumu bana daha gerçekçiymiş gibi geliyor. Çünkü şu ana kadar, yani kaç ay oldu, 8 aydır eş-Şara Şam'da Suriye'yi yönetme iddiasında. Ama Türkiye'deki çok ünlü bir konfeksiyon kuruluşundan sağlanmış takım elbisesi ve kravatı taşımaktan öte şu anda Suriye'deki iç çatışma ortamının karşılıklı hakların tanınması, kapsayıcı, barışçıl politikalar yoluyla aşılması konusunda maalesef pek bir varlık gösteremedi. Onun emrinde, yani yönetimin emrinde olduğu varsayılan ve Suriye Güvenlik Güçleri diye de bizim medyamızın adlandırmayı sevdiği silahlı gruplar nereye girdilerse orada korkunç katliamlar yaptılar ve sekter yani mezhep çatışmaları iç savaş dönemini aratmayacak bir boyutta devam edegeldi, cereyan edegeldi, patlak verdi. Arap Alevilerinin yaşadığı kıyı bölgelerde oldu. Süveyda'da oldu biliyorsun, yani Dürzilerle birkaç kez yaşandı. Şimdi bu böyle devam ederken ister istemez SDG'nin de yani Kürtlerin de işte "Silahlarınızla beraber Suriye ordusu — bir Suriye ordusu falan da yok da — Suriye güvenlik güçleri içinde eriyin" demek onlara, onlardan imkânsızı istemek oluyor. Bunun böyle olduğunu biliyoruz. Bunun imkânlı hâle getirilmesinde eğer Türkiye bir şey yapabilecekse bunu ortaya koymak zorunda. Ayrıca Dışişleri Bakanı’nın da doğrudan bir devlet olmayan, devlet öncesi, "proto-state" diye tabir edilen İngilizcede, en fazla o söylenebilir SDG için, bir bölgeyi yönettiği ve orada sözde bir kamu düzeni oluşturduğu için. Böyle bir örgütü bu seviyede muhatap alması da enteresan. Yani dışişleri bakanları böyle davranmıyorlardı geçmişte. Sanıyorum Hakan Fidan MİT başkanı olarak 2010'dan bu yana uğraştığı dosyanın etkisinden hâlâ çıkabilmiş değil. Ama bir İbrahim Kalın var, MİT Başkanı olarak, aslında bu konuların bir yerde muhatabı o. Ama tabii bizde MİT başkanları pek konuşmuyor. Şimdi hâliyle iç politikaya dönük olabilir Hakan Fidan'ın çıkışları. Çünkü dışarıda karşılığı yok. SDG, YPG'nin İsrail ile bilinen ama çok konuşulmayan ilişkileri konusunda duyulan bir rahatsızlık vardır diye yani bir tahmin yürütülebilir. Çünkü İsrail'in bunun yürümesi ve Türkiye'de işte PKK'nın silahsızlanması, PKK sorununun çözümünü istemediğini çok iyi biliyoruz. Ve Suriye'de de bu konuda kışkırtıcı ve caydırıcı bir rol oynuyor olabilir pekâlâ, cesaretlendirici, SDG'yi daha bağımsız hareket etmeye yönlendirmek için. Amerika'yı da bu konuda kullanıyor olabilirler, ki yani Amerikan vesayeti SDG'nin üzerinde sürmekteyken bunu çözebilecek, bunu etkisizleştirebilecek yegâne güç, yegâne yol Türkiye'deki sürecin hızlı ve dinamik bir şekilde ilerlemesidir. Yani bu olabilir ancak. Fakat işte bir açmazla karşı karşıya kalıyoruz burada. Suriye'de YPG silahlı kaldığı müddetçe, silahlı bir oluşum olarak kaldığı müddetçe Türkiye'de PKK'nın silahsızlandığı, silahlarını bıraktığı iddiası her ne kadar bu bir şekilde fiile geçse dahi YPG ve PKK'yı özdeşleştirdiği için bu iktidar inandırıcı olmayacaktır. Yani böyle de bir açmazla karşı karşıya. Yani Erdoğan bugüne kadar "YPG eşittir PKK" dediği için hep, YPG'nin silahlı olarak varlığını koruduğu müddetçe PKK'nın silahsızlandığına halkı, Türkiye'de seçmeni ikna etmek bütünüyle çok da mümkün olmayacaktır. Böyle bir zorluk var. Bu zorluğu çözmek de bugünden yarına pek mümkün görünmüyor. Suriye konusunda eğer bu süreci patlatmak, havaya uçurmak gibi bir niyeti yoksa iktidarın, AKP kanadının, saray tarafının, konuyu zamana yaymak, eş-Şara'nın yapmak istediği gibi belki de en doğru olan şey çok da üstüne gitmemek gerekiyor ve YPG ile zaten MİT'in konuştuğu da söylendi, bilinen bir şey. Bu konuda telkin ve çabalara da devam etmek gerekiyor çoklu olarak görüşmek açısından. Yani konu geliyor işte Türkiye-İsrail ilişkileri, Türk-Amerikan ilişkilerine dayanıyor. Kolay değil. Bunu da öteden beri söylüyoruz. Yani Türkiye'nin Kürt sorununu çözmesi şöyle dursun, PKK sorununu çözmesi bile bugünkü şartlarda tek başına üstesinden gelebileceği bir şey değil. Çünkü 2009-2010'dan beri izleyegeldiği dış politika Türkiye'ye karşı bölgesinde hasmane duygular içinde olan aktörler de yarattı. Ayrıca bu aktörlerin kendi politikaları, izledikleri politikalar, şu an Gazze'de uygulanan bir soykırım misal, ağırlaştırılmış soykırım, yani zamana yayılmış bir soykırım sürerken Türkiye'nin tabii buna karşı sessiz kalması da mümkün olamıyor. Burada bir çıkmaz var. Bir kördüğüm var. Bu kördüğümün nasıl çözüleceğini şu aşamada bilmek, öngörmek pek mümkün görünmüyor gibi. Yani tarafların burada, özellikle PKK'nın ve Türkiye'nin, Ankara'nın sürece olan angajmanlarının arkasında sonuna kadar durmaları gerektiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ne olursa olsun. Yani sürecin havaya uçmasının önüne geçmek için herkes burada sorumlu davranmak zorunda. Çözülemeyecek konular var. Çözülemeyecek konuların da belki işte zamana bırakılması... İşte önümüzdeki sene İsrail'de seçimler var misal. Ben hep şunu söylemişimdir: Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin Türkiye'ye engel olmaması için yahut bu ilişkilerin bu şartlar altında normalleşemeyeceğini hepimiz biliyoruz, yani Türkiye'de iktidar değişse bile Netanyahu'nun gitmesi gerekiyor en başta. Gazze'de yapılan, yapılmakta olan soykırımın en azından ortadan kalkması, sona ermesi açısından böyle de bir ön koşul ile karşı karşıyayız. Yani geliyor bu iş Suriye'deki sürece bağlanıyor. Suriye'deki süreçten de İsrail'deki iktidarın değişimine kadar gidiyor. Yani çok çetrefil bir konu bu. Çok kısa sürede çözüm beklemek bence aşırı iyimserlik olur. Önemli olan burada çözüm konusundaki siyasi ve tarihsel kararlılığın sürdürülmesi. Son söz: Cumhuriyet Halk Partisi'ne de burada çok ciddi bir rol düşüyor, önemli bir rol düşüyor. PKK sorununun ve sonrasında Kürt sorununun çözümü konusunda Cumhuriyet Halk Partisi'nin bir misyon beyanında bulunması lazım, ki yani işte bir iktidar değişiminin bu süreci akamete uğratacağı konusunda insanlar şüphe duymasınlar.

Ruşen Çakır: Evet Kadri, noktayı koyalım. İzleyicilerimize teşekkür edelim ve haftaya yeniden buluşmak üzere diyelim. İyi günler.
Kadri Gürsel: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
26.10.2025 23 Haziran 2019’da Demirtaş Öcalan’a rağmen, hatta ona inat olarak mı İmamoğlu’nu destekledi?
24.10.2025 Hopa’dan sevgilerle
23.10.2025 Diyelim ki mahkeme Kılıçdaroğlu’nu yeniden CHP’nin başına geçirdi…
22.10.2025 Çözüm sürecini sabote mi ediyorlar?
21.10.2025 Suriye’nin karmaşık dengeleri: Savaş yok ama barış da yok! | Amberin Zaman anlatıyor
20.10.2025 Türkiye’nin Kürtçe ile sınavı
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
18.10.2025 Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel ile Hafta Başı (47): İBB Borsası tartışması sürüyor | CHP’den AKP’ye transferler | Komisyondan ne sonuç çıkar?
17.10.2025 DEM Parti heyeti İmralı’ya tünel mi kazdı?
17.10.2025 Haftaya Bakış (288): Çeteler, operasyonlar, cinayetler, Muhalefet içi kavgalar, Yeni Yargı Paketi
26.10.2025 23 Haziran 2019’da Demirtaş Öcalan’a rağmen, hatta ona inat olarak mı İmamoğlu’nu destekledi?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı